Türkiye, cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturması haberleriyle uyandı.
17/12/2013 tarihinde, sabahın erken saatlerinde, Türkiye, cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturması haberleriyle uyandı. Türkiye'de deprem etkisi yaratan bu soruşturma, aynı zamanda bütün dünyada manşetlere konu olmuştur.
İstanbul cumhuriyet başsavcı vekili tarafından düzenlenen operasyonlarda gözaltına alınanların sayısı 52'ye yükseldi. Yapılan operasyonlarda Ekonomi Bakanının oğlu, İçişleri Bakanının oğlu ve Çevre ve Şehircilik Bakanının oğlu gözaltında. Gözaltına alınanlar arasında AKP Fatih Belediye Başkanı, Çevre Bakanlığı genel müdürü, Çevre Bakanı danışmanı, Ekonomi Bakanının özel kalem müdürleri, iş adamları ve Halk Bankası Genel Müdürü de yer almaktadır. AKP, ateş bacayı sarmış olsa gerek, operasyondan hemen sonra İstanbul Emniyetinin operasyon yetkisine ait 12 üst düzey emniyet müdürünü görevden almıştır. Bu da yetmemiş olacak ki soruşturmayı yürüten savcı da görevden alındı. Operasyonu yürüten savcı ve polis müdürlerinin görevden alınması, yolsuzluk soruşturmasının üstünü örtme çabasından başka bir şey ifade etmemektedir. Bu çaba beyhude bir çabadır, çünkü mızrak çuvala sığmıyor artık. Ne yaparsanız yapın bu yolsuzlukların üstünü örtemeyeceksiniz. Şunu çok iyi biliniz ki halkımızın vicdanında mahkûm oldunuz. AKP, bu yolsuzlukların üstünü örtme telaşına düşmüştür. Değerli milletvekilleri, adı geçen bakanlar, soruşturmaların sağlıklı yürümesi için derhâl istifa etmek zorundadır. Bugüne kadar bu bakanların istifa etmemiş olması bir siyasi skandaldır, Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke olarak kaydedilecektir. Madem bakanlar bu kadar ciddi iddialar, bilgi, belge ve kayıtlara rağmen siyasi erdemlilik gösterip istifa etmedi, o zaman görev Başbakana düşüyor. Başbakanın soruşturmanın sağlıklı yürümesi ve sonuçlandırılabilmesi için adı geçen bakanları derhâl istifaya davet etmesi gerekiyordu. Ancak, Başbakan devlet adamlığı ciddiyetiyle bağdaşmayacak bir tutum sergileyerek bakanları istifa edeceğine görevlilerini devlet içinde devlet olmakla ve çete kurmakla suçlayarak soruşturmaya açık bir müdahalede bulunmuştur. Evet, ceza hukukumuzun temel ilkelerinden biri masumiyet karinesidir. Yani, sanığın suçluluğu ispat edilinceye kadar, diğer bir ifadeyle mahkeme kararı kesinleşinceye kadar herkes masumdur. Buna hiç kimsenin itirazı yok. Biz de bu aşamada kimseyi suçlu ilan etmiyoruz. Her ne kadar Balyoz, Ergenekon, milletvekillerinin yargılandığı davalarda sizler, yandaş basın ve medyanız yargılanan sanıkları peşinen mahkûm etmeye kalkıştıysanız da bizler böyle bir anlayışın içinde değiliz. Ancak, bir yıldır teknik ve fizikî takip altında olan, somut bilgi, belge ve telefon kayıtlarıyla desteklenen bir yolsuzluk operasyonunda suçlanan bakanların o koltukta oturma hakkı yoktur. Siyasi ahlak, siyasi erdem bunu gerektiriyor. Yürütülen soruşturmanın selameti için bu bakanların istifa etmesi gerekiyor. Bu, siyasi etiğin bir gereğidir. Masumiyet karinesinin arkasına saklanarak soruşturmayı karartmaya, delilleri yok etmeye ve soruşturmaya gölge düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. İçişleri Bakanı ve oğlu somut belgelerle yolsuzluk ve rüşvetle suçlanıyor, soruşturmayı yürüten emniyet birimleri de İçişleri Bakanlığına bağlı. Bakan koltuğunda oturmaya devam ediyor ve siz bu halktan soruşturmanın sağlıklı yapıldığına inanmasını bekleyeceksiniz değil mi? Maalesef, Başbakan ve bakanların bu tavrı Hükümetin meşruiyetini dahi tartışma konusu hâline getirmiştir. Deliller, suçlamalar, iddialar, bilgi ve belgeler havada uçuşuyor. O bakanlar hâlâ koltuğunda oturuyor. Bunun adı pervasızlıktır ve millete saygısızlıktır. Hem bakanları hem de bu bakanları korumaya çalışan ve bugüne kadar görevden almayan Başbakanı istifaya davet ediyoruz. Dün Başbakan, 17 Aralık operasyonuyla ilgili olarak "Bunlar bir nevi çetedir. Bunlar devletin içinde devlet olma gayreti içindedir. Bu örgütlenmeyi ortaya çıkaracağız, babamızın oğlu da olsa ortaya çıkaracağız." gibi bir beyanda bulunmuştur. Ben bu konuşmanın neresini düzelteyim arkadaşlar? Sayın Başbakan maalesef şuursuzca saldırmakta ve ne konuştuğunu bilmemektedir. Bu, çete diye suçladığınız kişi ya da kişiler kimler Sayın Başbakan? Bu suçlamalarınızla devletin bütün kurumlarını ve görevlilerini töhmet altında bırakmış olmuyor musunuz? Acaba çete olarak suçladığınız, yolsuzluk operasyonunu gerçekleştiren emniyet müdürleri ve savcıları mıdır? Bunları çete oluşturdukları gerekçesiyle mi görevden aldınız? Bunlar iddia ettiğiniz gibi bir çeteyse bunlara karşı herhangi bir suç duyurusunda bulundunuz mu?Değerli milletvekilleri, Başbakanın görevi soruşturmayı yapan savcılara ve emniyet görevlilerine sahip çıkmak, korumak ve cesaretlendirmektir. Ancak, Başbakanın bunun tam tersi bir tutum içinde olduğunu görüyoruz. Bu, kabul edilemez. Bu durum halkımızın devlete olan güvenini sarsmaktadır. Bakanların bugüne kadar istifa etmemiş olması, kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Basına yansıyan Haberlerde, adı geçen her üç bakanın aynı dosyada gözaltına alınan Reza Zarrab diye birinden toplam 133 milyon TL rüşvet aldıklarına dair kamere kayıtlarının soruşturma dosyasına girdiği haberleri de yer aldı. İçişleri Bakanının oğlunun evinde yapılan operasyonda alınan görüntüler, âdeta bir bankada operasyon yapılıyor görüntüsünü andırmaktadır. Para sayma makinesi, yüklü miktarda Türk lirası, dolar, euro ve rüşvetle ilgili dokümanlar, soruşturmada gözaltına alınan banka genel müdürünün evindeki kütüphanede de ayakkabı kutuları içerisinde saklanmış 4,5 milyon dolar para ele geçiriliyor. "Ayakkabılarla camilere girdiler." diye gençlerimizi linç etmeye çalışan ve kıyameti koparanlar, anlaşılıyor ki o ayakkabı kutularıyla malı götürüyorlarmış. Neye üzülüyorum biliyor musunuz? Kendi hırslarınıza ve kirli işlerinize çocuklarınızı da bulaştırdınız ya. O çocukları bile elinizden kurtarmak lazım çünkü çıkarcı, vurguncu sisteminizin ahlakını aşılıyorsunuz onlara. Gezi direnişinde milyonlarca gencimiz işte bu yüzden alanlara ve meydanlara indi arkadaşlar. Size inanmadıkları için gencecik bedenlerini size değil toprağa emanet ettiler. Anlaşılan o ki, rant ve çıkar ideolojilerin hatta inançların da önüne geçmiştir. Bu yolsuzluk manzarası dinin ülkemizde nasıl siyasete alet edildiğini ve bunun üzerinden nasıl çıkar elde edildiğini de göstermiştir. Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in bir sözünü bir kez daha burada hatırlatmak istiyorum: "Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır." Ben de soruyorum değerli arkadaşlar: Bu yolsuzluklardan, rüşvetten daha büyük bir haksızlık olabilir mi? Ne zaman konuşacağız arkadaşlar?