stanbul belediye başkanlığı seçimlerine sayılı günler kala heyecan dorukta. Seçim, belediye seçimi olmanın artık çok ötesine geçmiş durumda.
Toplumsal kutuplaşma zirveye çıkmış gibi görünüyor. Taraflardan rakibi hedef alan sert ifadeler hatta hakarete varan ithamlar duyuluyor.Hani bir atasözü vardır ya, “tencere dibin kara, seninki benden kara” hesabı her gün yeni kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor.Hangi konuda birbirilerini suçluyorlarsa aslında kendileri aynısını yapıyor.
Niye filan şirketin uçağına binmiş? Sen de falan şirketin uçağına bindin!
Niye, filanca vilayete miting yapmaya gitmiş? Sende falanca vilayete gittin!
Biri Laz diğeri Kürt kökenli seçmene sarılarak kampanya yürütüyor.
İddialar gırla gidiyor.
Neler yok ki!
Birinin eski başkan tarafından 1999 yılında görevden alınışı, diğerinin yaptığı heykeller gündemde.
Biri müteahhit, diğeri gemi filosu sahibi.
Biri çömez, tecrübesiz diğeri emir eri ve yıpranmış.
Birinin “Vali’ye hakaret” iddiasıyla VIP Salonu kullanım odaklı kopan fırtına.
Diğerinin parti-iktidar gücünü güç kullanarak saldırısı ve otoritesiyle kimisini işinden, kimini makamından etmesi. Nitekim belediyedeki bazı çalışanlara ve Saadet adayının evlatlarına yaptıkları ortada.
Eskiden bu tür tartışmalarda Valiler taraf olmazdı. Şimdi “tek parti dönemi” gibi bir çark işliyor. Herkes tepeye bakıyor, ona göre konum alıyor.Medyada da kalemşorlar akla hayale gelmeyecek senaryolar üreterek, sürekli karşıdakini öcü gösterme derdinde. Seçimi nelere bağlıyorlar anlamak mümkün değil. İnsan sormadan edemiyor. Akıl, izan, insaf tatile mi çıktı? Taraftarlar bu kadar keskin olsa da gerçekte durum farklı.
Son günlerin moda trendi bir sokak röportajında rastladım. Ak Partili türbanlı bir kızımız diyor ki; “Keşke İmamoğlu da Ak Parti’ye geçse, sonuçta o da bizim hemşerimiz, o da Karadenizli” bakış açısı bu, hemşericilik ön planda. Zannedildiği gibi arada ideolojik bir uçurum yok, “mikro faşizm” var.
Kamuoyunda ön planda gösterilen her iki aday da iftar soflarına gidip fakir sofralarında poz verdi. Her iki aday da camiye gitti. Birisi Eyüp Sultan’da Kur’an okudu, diğeri dergâhta poz verdi.
Bu dönemki kampanyada CHP algısı, Müslüman zihnini alabora etti. Cemaatlerden olumlu bahseden, Diyanetin müspet hareketlerini öven ve dindar profili öne çıkan bir aday var. Ak Parti cenahında ise dindar adayın, dindarlıkla uyuşmayan uygulamalarının varlığı iddia edilmekte.
Kampanya döneminde geçmiş dönemlerin kirli çamaşırları, üzerinde şaibe bulutları dolaşan, peşkeş çekildiği iddia edilen ihaleler, projeler konuşuldu. Ama yeni döneme yönelik belediye hizmetleri konuşulmadı.
Proje bazında ne yapacaklar ne vadediyorlar bilmiyoruz. Mesela şu soruların cevabı yok;
Hangisi gelince ihaleleri yandaşa dağıtmayacak!
Hangisi gelince eğitim, kültür ve sosyal hayatımıza bir yansıması olacak!
Hangisi gelirse temizlik hizmetlerini daha iyi yönetecek!
Hangisi gelirse trafik sorununu çözecek,
Hangisi gelirse ekonomik sıkıntı hafifleyecek, esnaf rahatlayacak!
Seçimden geriye zihinde kalacak kavramlar; Yunan, Pontus, VIP, Kürdistan, Lazistan, Diyarbakır, Trabzon, İspark, heykel ve Öcalan’ın Avukat görüşmesi olacak.***
Güvenliği sağlamakla yükümlü devletin tepedeki yöneticisinin rakip adayı ve muhalefeti tehdit ettiği, baskı yaptığı bir ortamda seçime gidiyoruz.
Kendisi seçim sonucundaki olası bir zaferin parsasını toplama niyetinde olabilir. Ancak yapılanlar kabak tadı vermeye başladı. Hem ya kaybederse fatura kime kesilecek? Kanaatimizce seçimin en önemli sonucu; sandıktan çıkacak her durumda da Sayın Soylu’dan kurtulacak olmamızdır.
Bu arada şovmenlik ve yağcılık yapıp göze girme derdinde olan siyasetçi, bürokrat ve STK’ların da eline büyük fırsat geçti. “Çünkü çaldılar” diyerek video çek, sosyal medyada yayınla. Bulunduğun nargile kafeden selfi fotoğraf çek ve “Ben İstanbul’da Binali Yıldırım için çalışırken” diye paylaş.
Bu seçim tarihin sonu değil. Beka sorunu hiç değil. Şunu net ifade etmek gerekir ki; -Saadet gelmedikçe- kim kazanırsa kazansın belediyenin kaymağını yiyecek ekip çok değişmeyecek yine belli kesimler ihaleleri almaya devam edecek. Umarız yanılırız.
Gelelim Saadet Partisi’ne; Şu bilinmeli ki Saadetlilerin gidecekleri tek adres Saadet Partisidir. Rahmetli Erbakan hoca ne demişti? “Dünyada iki Milli Görüşçü kalsa biri aday olur diğeri ona oy verir”.
İdeali olan insan, doğru bildiği yolda tek kişi olmasıyla çok kişi olmasını hiç önemsemez. Unutulmamalı ki eli başka yere oy vermeye alışan bir seçmen, bir daha geri gelmez. Saadetli, kimin kazanıp kimin kaybettiğine bakmadan hak bildiği yolda inançla, azimle mücadele eder. Bu nedenle mutlaka Saadet’e oy vermeli, Saadet, yoluna Saadetlilerle devam etmelidir.
Doç. Dr. Necmettin ÇALIŞKAN