Halkevleri Hatay Şubesi Başkanı Eylem Mansuroğlu, 12 Eylül 2010da yapılacak Anayasa referandumunda Hayır diyoruz dedi.
Mansuroğlu, gerekçesini de şöyle açıkladı: Hayır diyoruz çünkü görüyoruz: AKP iktidarının Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok hukuk yalanının büyüsüne kendimizi kaptırmıyoruz. AKP için demokrasinin, özgürlüğün ve hukukun ne anlama geldiğine 7 senedir tanıklık ediyoruz. 38 yıl sonra Mahir Çayan ve Deniz Gezmişi anmanın suç haline getirildiği, faşist darbecilerce katledilenleri andıkları gerekçesiyle gençlerimizin cezaevlerine atıldığı, siyasetin dinlemeler-telekulaklar yoluyla yürütüldüğü, basına yönelik davaların hızla arttığı, hapishanelerin Kürt çocuklarla dolup taştığı, belediye başkanlarının, sendikacıların hapishaneye atıldığı bir ülkede hangi demokrasiden, hangi hukuktan bahsediliyor? Sendikaların baskı altına alındığı, işçilerin güvencesizleştirilip köleleştirildiği, tüm temel hizmetlerin ticarileştiği, doğanın, sermayenin kâr etmesi için hızla katledildiği bir ülkede özgürlük kimin için var? Burada özellikle belirtmek gerekir ki; bizim hayırımız başta CHP ve MHP olmak üzere düzenin siyasal güçlerinin Hayırından farklıdır. CHPnin Hayırı sadece iki düzenlemeye; yani HSYK ve Anayasa Mahkemesine ilişkindir; egemen sınıflar blokundaki değişen güç dengelerine ilişkindir; işçilerin, köylülerin, doğanın kısacası halkın haklarına dair bir itirazı yok. Oysa bizim Hayırımız asıl olarak neoliberalizme, işçi, köylü ve halk düşmanlığınadır. MHPnin Hayırı ile alakamız olmadığını söylemek bile gereksiz
Yapıldığı tarihten bu yana 28 yıl geçen 12 Eylül Anayasasının, bugüne kadar bir çok kere değiştirilmesine karşın bugün de değiştirilmeye çalışılması sermayenin yıllardır dile getirdiği bir talebin sonucudur. Ancak seçim öncesi siyasi kaygılar nedeniyle sermayenin kimi taleplerinin maddeler arasına alınmamış olması bu durumu değiştirmiyor. 12 Eylül faşizminin askerlerin kendi kafalarına göre değil de tekelci sermayenin (Şimdiye kadar işçiler güldü sıra bizde veya Bizim çocuklar başardı.) talebi doğrultusunda gerçekleştirilmesi gibi, AKPnin revizyonu da tekelci sermayenin tercihlerinin bir neticesidir. Elbetteki AKPnin kendi iktidarının ve yandaş sermayenin çıkarlarını merkeze aldığı bir tarzda. Anayasalar, burjuva ideologları tarafından sunulduğunun aksine sınıf çatışmalarının sonucunda çeşitli özellikler kazanırlar. Her değişiklik dönemi de bu çatışmaların veya güç değişimlerinin izlerini taşır. 12 Eylül Anayasası da işçi sınıfı mücadelesinin (ulusal ve uluslar arası ölçekte) kazanımlarını içeren bir önceki anayasada tekelci sermaye lehine değişikler yapmış ancak, dönemin sermaye yapılanmasının ve uluslararası işbölümünün de etkisiyle belirli sınırları aşamamıştı. Bu sınırların belirleyenler arasında bastırılmış olsa da halk tepkisi ve meşruiyet kaygısı da olduğu belirtilmelidir. Bugüne kadar 12 Eylül Anayasasında değişiklik ihtiyacı iki temelde gündem oldu. Biri emek hareketinin ve sosyalist hareketin 82 Anayasasını sürekli aşındırdığı meşruiyet ve eşitlik, özgürlük, demokrasi talepleri; diğeri ise tekelci sermayenin değişen ihtiyaçlarını karşılamak. Tekelci sermaye kendi ihtiyaçlarını sürekli halkın ihtiyaçları olarak sunduğu paketlerle değişiklikleri gündeme getirdi. Aslında her iki temel taban tabana zıt çıkarları temsil etmekteydi ve hala da etmektedir. AKP de kendi ihtiyacının ürünü olan paketi halkın ihtiyacı olarak sunmakta ve görüldüğü kadarıyla hatırı sayılır kimi kesimleri de buna ikna etmişe benzemektedir. Halbuki basit bir hafıza yoklamasıyla 12 Eylül Anayasasına karşı ilerici muhalefetin öne çıkardığı ve genel kabul gören başlıkların polis devleti, cumhurbaşkanının yetkileri, YÖK, Kürt Sorunu, işçi ve sendika hakları, demokrasi, özgürlükler, seçim barajı, DGM (şimdiki adıyla özel yetkili mahkemeler) Türk İslam sentezinin tahakkümü gibi başlıklar olduğu görülecektir. Oysa bu pakette bunların esamisi bulunmamaktadır. AKPnin anayasa değişiklik paketi özetlediğimiz bu çerçeve göz önüne alınmadan doğru anlaşılamaz. Anayasa değişikliklerinden bir kez daha anlaşılmaktadır ki AKPnin özgürlük dediği sermayenin sömürü özgürlüğüdür. Sermaye için tanımlanan girişim özgürlüğünün bizim hayatımızdaki yansımaları açıktır: İşçiyi özgürce sömürme, emek gücünden faydalandıktan sonra özgürce işten atma, ormanları özgürce katletme, dereleri özgürce kurutma, evlerimizi özgürce gasp etme
AKP iktidarının anayasa düzenlemeleri halkı sermayeye tutsak eden bu özgürlükleri güvence altına almaktadır. Anayasanın 125. maddesinde yapılan değişiklikle bu niyet açıkça ifade edilmektedir. Hükümetin icraatlarına dair yargının kamu yararını gözeterek vermiş olduğu yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarını engellemek amacıyla yargıya yerindelik denetimi yapma yasağı getirilmektedir. Yıllardır yürütülen mücadeleler sonucunda çevre davalarında yurttaş olmanın dava açma ehliyeti için yeterli olduğu kabul ettirilmiştir. Çevreyi yok eden altın madenleri, ulaşım zamları, derelerin sermaye tarafından gasp edilmesi, güvencesiz çalıştırmaya dair birçok düzenleme ve özelleştirmeler, halkın mücadelesinin sonucu yargının bu uygulamaları kamu yararına aykırı bularak vermiş olduğu kararlarla durdurulmuştur. Şimdi AKP iktidarı, kamu yararı gerekçesiyle yapılan denetimleri yasaklayarak halkın güvenceli iş, insanca yaşam ve yaşanabilir bir çevre taleplerine saldırmaktadır. Bu saptamayı abartılı bir tespit olarak görenler, Hüseyin Çelikin sözlerini hatırlamalıdır. Hüseyin Çelik Anayasanın 125. maddesindeki değişiklikleri şu sözlerle savunmaktadır. Yargı, bugüne kadar maalesef yerindelik denetimi yaparak idarenin elini kolunu bağlayan, ekonomiye büyük zararlar veren kararlara imza atmıştır. Kamu yararı gibi subjektif bir kavramla birçok özelleştirme kararı iptal edilmiş, küresel sermayenin Türkiye'de yatırım yapması ile ilgili birçok zorluk çıkarılmıştır. Sanırız Hüseyin Çelikin bu sözlerini uzun uzun tercüme etmeye gerek yoktur. Bu ülkede iktidarın ve sermayenin emeğimize, toprağımıza, suyumuza, ormanlarımıza yaptığı saldırılara direnen herkes için bu maddeye hayır demek, her türlü gündelik siyasi hesaplarla gölgelenemeyecek bir anlam taşımaktadır. Bu mücadelelerle işi olmayanlar için ise söyleyecek sözümüz yoktur. Anayasa değişikliği emeğe yönelik yeni saldırıların habercisidir. AKPnin Anayasa değişiklikleri, emekçilerin güvencesizliğe karşı son günlerde giderek yükselen tepkilerini zapturapt altına almayı hedeflemektedir. Kamu çalışanlarına grev hakkı tanımayan toplu sözleşme düzenlemesi sadece yetersiz bir düzenleme olarak değerlendirilemez. Bu aynı zamanda bir saldırı düzenlemesidir. Zira toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık durumunda Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna gidilmektedir. Bu kurulun kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir. AKPnin düzenlemesiyle, kimlerden oluşacağı iktidar tarafından belirlenecek sözde Hakem Kurulu kamu emekçileri için hangi özlük haklarını, hangi ücreti uygun görürse kamu emekçilerinin de buna boyun eğmesi hedeflenmektedir. Hakem Kurulunun kararı kesin olarak kabul edilmekte, bu düzenleme ile kamu emekçilerine hem grev yasağı getirilmiş olmakta, hem de Hakem Kurulu kararlarına karşı yargı yolu da kapatılmaktadır. Herkes tarafından bilinmektedir ki kamuda çalışan işçiler, emekçiler AKP iktidarının karın ağrılarından biridir. Neoliberal dönüşümün henüz tam anlamıyla tamamlanamamış, çalışanların tam anlamıyla güvencesizleştirilememiş olması, AKP iktidarının ve sermayenin hoşuna gitmemektedir. Kamuda çalışan tüm işçi ve emekçilere yönelik saldırılar 4-C uygulaması ve Kamu Personel Reformu hazırlıkları ile en üst noktasına taşınmaktadır. Tüm bunlar olurken anayasadaki aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunabileceğine dair düzenleme, aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla toplu sözleşme yapılabileceğine dair düzenleme ile birlikte düşünüldüğünde dikkat çekicidir. AKP iktidarı, uzunca bir süredir Memur Sen ve Hak İş gibi sahte sendikalarla bu alanı kuşatmakta ve işçi sınıfını köleleştirirken, işçi örgütlenmelerini de kadükleştirmektedir. Bu son değişiklik iktidarın ipiyle örgütlenmeye alışık sahte sendikalar için oldukça kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır. Ayrıca sendika kurma ve istediği sendikaya üye olma hakkının önündeki engellerin kaldırıldığı şeklinde anlaşılabilecek olan söz konusu düzenleme ile herkese sendika hakkı tanınmadığını da belirtmek gerekir. Emekliler, çiftçiler, işsizler, ev işçileri yine sendikasız bırakılmaktadır. İktidar saldırıya hazırlanırken, her türden savunma önlemini de anayasa değişikliği ile almak istemektedir. Ekonomik Sosyal Konseyin anayasal kurum haline getirilişi de böylesi bir önlemi ifade etmektedir. AKP iktidarı, sermaye ile ve işbirlikçi sendikalarla el ele, kol kola vererek sınıfa karşı saldırılarına toplumsal meşruiyet üretmek istemektedir. Ekonomik Sosyal Konseyi yıllarca boykot eden, bu konseyin sınıfa yönelik neoliberal saldırının bir aracı olduğunu söyleyen kimi sendikal önderliklerin bu değişikliğe ses çıkarmaması, hatta yetersiz ama evet demesi tarihsel açıdan bir trajediyi ifade etmektedir. Böylesi bir anayasa değişikliğine evet demek neoliberal saldırıların paydaşı olmayı kabul etmektir. AKPnin anayasa değişiklik paketi, demokratik bir anayasayı ifade etmemektedir. 12 Eylül 2010da evet dememiz istenen anayasa, 12 Eylül Anayasasıdır. AKP yeni bir anayasa önermemekte, daha önceden defalarca başka iktidarlar döneminde de yapıldığı gibi, 12 Eylül Anayasasını sermayenin ve rejimin ihtiyaçları doğrultusunda revize etmektedir. AKP iktidarı 12 Eylül darbecilerinin hiçbir kurumunu ortadan kaldırmamaktadır. Örneğin AKP iktidarı bir 12 Eylül Kurumu olan YÖKe değil, YÖKün elinde olmamasına karşı olduğunu ispat etmiş, YÖKü ele geçirir geçirmez bu kurumu hedef almaktan vazgeçmiştir. Benzer şekilde Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) için de AKPnin tek derdi vardır: Bu kurumda iktidar olmak. AKP değil bu kurumları ortadan kaldırmayı, basit bir reformla güçlerini azaltmayı bile anayasa değişikliklerinin gündemine almamıştır. Zira AKPnin derdi bu 12 Eylül kurumlarının iktidarını ele geçirmektir. Böylesi bir çabayı 12 Eylül ile hesaplaşma olarak değerlendirmek, 12 Eylülde işkencelerden geçen, idam sehpalarına başı dik bir biçimde çıkan binlerce devrimci, ilerici insanımıza, yıllarca YÖKe karşı mücadele eden üniversitelilere, yasakları delerek haklarını kullanmaya çalışan işçilere, kamu çalışanlarına -en hafif tabiriyle- büyük bir saygısızlıktır. Yine ülkenin en önemli sorunu Kürt sorunudur denirken değişiklikte Kürt sorununa dair tek bir düzenleme bulunmaması halklarımıza bir saygısızlıktır
AKP 12 Eylülün mirasına sahip çıkarken darbenin sadece kurumlarını değil aynı zamanda ruhunu da korumakta, hatta güçlendirmektedir. 12 Eylül Anayasasının, sermaye lehine büyük bir dönüşümü daha kolay hayata geçirmek kaygısıyla yasama ve yargı karşısında yürütmeyi güçlendiren yapısı, AKP iktidarı tarafından da pekiştirilmektedir. HSYK ve Anayasa Mahkemesine dair tartışmalar bir yana, kamu yararı gözetilerek verilen kararları engellemek amacıyla yerindelik denetiminin yasaklanması ve 74. maddeyle oluşturulan Kamu Denetçiliği mekanizmasının siyasi iktidarın güdümünde belirlenecek olması, bu pekiştirmenin en açık örnekleridir. Antidemokratik, merkeziyetçi ve otoriter yapıyı güçlendirecek adımlar atılmaktadır. Halkın örgütlü politik iradesi, katılımı ve denetimi bütünüyle engellenmektedir
Anayasa referandumunun yöntemi de bir ayrıntı değildir, anayasa değişiklik paketinin antidemokratik özüyle uyumludur. 12 Eylülcülerin yargılanmasına hayır mı diyeceksiniz? şeklindeki saçma sapan bir soruyla, AKPnin değişikliklerine hayır diyen herkesi darbeci olarak yaftalamaya çalışanlar, referandumun paket halinde oylanmasına sessiz kalmakta, bunu teferruat olarak göstermeye çalışmaktadır. 12 Eylülcülerin yargılanması gerekçesiyle bir dizi emek ve halk düşmanı dönüşüme yol verilmek istenmektedir. Bu nedenle, değişiklikleri paket halinde oynatmak bir teferruat değil halkın söz ve karar hakkının iradi olarak gasp edilmesidir. Bilindiği gibi darbeciler de demokrasiye geçiş için 12 Eylül Anayasasının kabulünü şart koşmuşlarıdır. 12 Eylülde darbe anayasasına evet verenlerin birçoğu daha sonraları bunu demokrasiye geçiş adına yaptıklarını söylemişlerdir. Bugün de darbecilerin bu tuzağının bir benzeri, onların mirasını hakkıyla sürdüren AKP iktidarı tarafından kurulmaktadır. Bu kez de oltada demokrasiye geçiş bulunmakta, bunun da simgesi olarak da 12 Eylülcülerin yargılanmasının önünü açılması gösterilmektedir. Halkın hakları mücadelesi yürütenler, sermaye yanlısı düzenlemelerle emeğin güvencesizleştirilmesinin, insanca yaşam hakkımızın elimizden alınmasının ve doğanın yağmalanmasının önünü açacak değişiklikleri tüm güçleriyle reddetmek zorundadır. Uygulamada hiçbir anlamının olmayacağı konusunda genel bir fikir birliği olsa da, sembolik bir değer atfedilen 12 Eylülcülerin yargılanmasının önündeki engellerin kaldırılması yemine şaşkınca atlayarak, sınıf mücadelesinin somut sorumlulukları ıskalanamaz. Halkın hak mücadeleleriyle bir somut ilişkisi bulunmayan, sırtında yumurta küfesi olmayan sol liberal düşün insanlarının bir kısmının sembolik heveslerini anlamak mümkündür; ancak onaylamak mümkün değildir. 12 Eylüllere hayır demek için 12 Eylülde hayır de! Bizler 12 Eylül ile hesaplaşmak adına, 12 Eylül askeri darbesinin kurumlarını, ruhunu ve yöntemlerini bünyesinde barındıran bir Anayasa Paketine gönül rahatlığıyla hayır diyeceğiz. Bugün 12 Eylül ile hesaplaşma adına anayasa değişikliğine onay isteyenler ise darbeden sonra bakın neler diyorlardı: Ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz. Darbeyi diriliş olarak Darbecileri coşkuyla selamlayan bu sözler Fethullah Gülene ait. Sadece Gülen değil, 12 Eylül darbecilerinin peşinden giderek 12 Eylül Anayasasına evet deme çağrısı yapan tüm tarikatların bugün 12 Eylül ile hesaplaşma taklidi yaparak referanduma evet kampanyası yürütmeleri trajikomik bir çelişki değil anlamlı bir sürekliliktir. 12 Eylül Anayasasına evet diyenlerin, 12 Eylül 2010da da evet oyu vermeleri gayet doğaldır. Doğal olmayan ise, 12 Eylül Anayasasına hayır diyenlerin 12 Eylül 2010da evet demeleridir. Bu 30 yıl önce reddedilen bir düzenin, bugün onaylanması anlamına gelmektedir. Biz, 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki onlarca anayasal düzenlemeyle sağlamlaştıran sermaye düzenini ısrarla reddetmeye devam edeceğiz. Bu nedenle 12 Eylül 2010da hayır demek, 30 yıl sonra güçlü bir şekilde 12 Eylül darbesine hayır demektir. Anayasa değişiklik paketi AKPnin ve Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda 12 Eylül Anayasasının revize edilmesinden ibarettir. Bu nedenle AKPnin anayasasında başta eğitim, sağlık, barınma, enerji, su, gıda, temiz bir çevrede yaşama olmak üzere halkın en temel yaşamsal haklarına yer yoktur. Bu nedenle emekçilerin güvencesizleştirmeye ve taşeronlaştırmaya karşı iş güvencesi, toplu sözleşme, grev ve sendika hakları güvence altına alınmamıştır. Bu nedenle Kürtlerin demokratik, siyasal, kültürel haklarına AKPnin anayasa paketinde rastlayamazsınız, seçim barajının kaldırıldığını göremezsiniz. Ve tüm bu nedenlerle biz halkın haklarına sahip çıkanlar, güvenceli iş insanca yaşam mücadelesi verenler, Kürt halkının eşit yurttaşlık hakkını savunanlar, kardeşliğin ülkesi için mücadele edenler referandumda HAYIR diyeceğiz. Referandumda Hayır; çünkü bugün 82 Anayasasının tüm kurumlarıyla birlikte tarihin çöplüğüne gönderildiği, halkın, emekçilerin, Kürtlerin haklarının güvence altına alındığı yeni bir anayasa ihtiyaçtır. Ve bu anayasa emekçi halkın mücadelesi sonucunda hazırlanacaktır!.